Toplum Destekli Polislik ve “Disiplin”

Kimlik, Beden, İktidar dersi için yazdığım bir yazıydı. Paylaşmak istedim.


Toplum Destekli Polislik ve “Disiplin”




“İşte XVII. yüzyılın sonuna ait bir yönetmeliğe göre, bir kentte veba salgını çıktığında alınması gereken tedbirler.
Önce tabii ki katı bir mekansal çerçeveleme: kentin ve “mücavir alanın” kapatılması, buradan dışarı çıkmanın yasaklanması- aksine davranışlar ölümle cezalandırılır- başı boş hayvanların hepsinin öldürülmesi; kentin, her birinin başına yetkili bir eminin getirildiği ayrı mahallelere bölünmesi. Her cadde bir temsilcinin yönetimine verilmektedir; o da burayı gözetim altında tutmaktadır; eğer buradan ayrılırsa öldürülür. (...)
Teftiş süreklidir. Bakışlar her yerde uyanıktır: “İyi subayların ve varlıklı kişilerin komutasında büyüyecek bir milis birliği” kapılarda, belediye konağında ve bütün mahallelerde, fazla aceleci olmayan halkı itaatkâr kılmak ve yöneticilerin otoritelerini daha mutlak hale getirmek ve aynı zamanda “her tür düzensizliği, hırsızlığı ve yağmayı gözetim altında tutmak” üzere muhafız birlikleri vardır.” [1]

“Polis ile halk arasında ilişkiyi güçlendiren, toplumda ortaya çıkan problemlerin altında yatan sebepleri bulmaya çalışarak suçla etkin bir mücadele sağlayan ve bütün bunların neticesinde de sosyal alandaki hayat kalitesini artıran polislik anlayışı olarak değerlendirilen Toplum Destekli Polislikle suç oranlarında önemli düşüşler yaşanması bekleniyor.
Toplum Destekli Polislik (TPD) uygulaması kapsamında, 10 bin nüfuslu bir mahalleye bir polis görevlendirilecek. Polisler gerekirse görev aldığı mahalleye yerleşecek, halkla iç içe olacak, görev yerinde uzun süre kalacak. Evleri tek tek gezecek polisler, vatandaşları suç ve suçlular konusunda uyaracak, onların istek ve şikâyetlerini dinleyecek. Emniyet ile halk arasında köprü olacak. Polisler, mahallelinin ‘’bizden biri’’ gözüyle bakacağı bir kişi konumuna gelecek. Mahallelerdeki izbe köşelerin düzenlenmesi ve aydınlatılması için de belediyelere teklifler sunacak.”
Yazıma iki farklı alıntıyla başlamak istedim. İlk alıntı Michel Foucault'un Hapishanenin Doğuşu kitabından; diğeri ise 2003 yılında AB-Türkiye Mali İşbirliği kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü'nce yürütülen ve Şubat 2005 de Türkiye'de onaylanan Toplum Destekli Polislik uygulaması kapsamınca web sitelerinde yayınlanan yazılardan bir kısmı. İki uygulama arasındaki farklar üç yüzyıl geçmesine rağmen birçok benzerlik göstermekte. Açıkça söylenmese de amaç toplumu “gözetlemek” ve iktidarın kollarını her bireyin kendi üzerinde hissetmesini sağlamak. Evlerin içine kadar giren uygulama. Günümüz teknolojilerinin gelişmişlik düzeyini de göz önüne alırsak, bilgi edinmek, bilgileri depolamak ve onlara kolayca ulaşmak açısından çok kolay.Bir tıklamayla insan hakkında en detaylı bilgiye ulaşmak mümkün hale gelmiş durumda. Elbette bunun yanında nüfusun giderek artması bilgi edinme süreçlerini de etkiliyor ve bu yolda aksaklıkların çıkmasına neden oluyor. Nüfusun kontrol altına alınması, bilgi edinmek için gereklilik haline gelmiş durumda.
Foucault kitapta Jeremy Bentham'in fikrini ortaya attığı panopticon uygulamasından bahsediyor. Panopticon, görülmeden insanları gözetim altında tutmayı sağlayan bir sistemi ifade ediyor. Vebalı kentte uygulanan gözetleme bir şiddet unsurunu içinde barındırırken, panopticon şiddetsiz bir disiplini sağlayabilmeyi amaçlamıştı. “Öylesine ki mahkûmu iyi davranmaya, deliyi sakin olmaya, işçiyi çalışmaya, okul çocuğunu özenli olmaya, hastayı tedaviye uymaya zorlamak için güç kullanmaya gerek kalmamaktadır.” [2]
Panopticon her ne kadar hayali bir uygulama gibi görünse de kendini yenileyerek sürekli “ölü bir ruh” gibi kendisini görünür kılabiliyor. Panopticon da gözetleme işini yapan kimse de her an kendisinin bir üstündeki tarafından gözetlenebilir; işini düzgün bir şekilde yapıp yapmadığı denetlenebilir.
TDP uygulaması da en küçüğünden en büyüğüne bir yetkiler ağıyla, insanları gözetleme, denetleme ve bir şekilde ıslah etmenin bir başka çeşididir. İnsanlar polisin olduğunu bilerek kendisini denetleyecek. Polis mahallede olup bitenden haberdar olacak, edindiği bilgileri merkeze aktaracak. Amirleri onun işini yapıp yapmadığını denetleyecek, amirler de onu denetleyerek işini yapmış olacak ve sonuç olarak tüm bu edinilen bilgiler ve bunun ışığında sağlanan disiplin; iktidarın otoritesini arttıracaktır.
Foucault, Hapishanenin Doğuşu'nda; “ “disiplin” ne bir kurumla ne de bir aygıtla özdeşleşebilir: o bir iktidar tipi, iktidarı icra etmenin bir tarzı olup koskoca bir aletler, teknikler, usuller, uygulama düzeyleri, hedefler bütünü içermektedir; o bir iktidar “fiziği” veya “anatomisi”dir, o bir teknolojidir.”[3] ifadelerine yer verir. Burada hapishanelerin dışında disiplinin uygulandığı hastahaneler, okullar, atölyelerden söz eder. Son olarak da disiplinin toplum düzeyinde uygulanabilir olmasını polis aracılığıyla olduğunu söyler. Polis varlığıyla bir disiplin unsurudur. Polis’in varlığı veya bunun hissi bile insanların kendilerini denetlemelerini sağlamaktadır.
TDP uygulaması “suçu” daha ortaya çıkmadan ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Türkiye'de polise verilen yetkiler sayesinde; polisin herkese suçlu olarak muamele etmesi yasallık kazanmış durumdadır. Bu uygulama sayesinde evlerimize “bizden biri” gibi girmelerine de olanak sağlanmış oluyor. Şüpheli gördükleri evlere girecekler, böylece kamu düzenini sağlayacaklar. Zaten herkese kimlik sorma, insanlara “orantılı güç” kullanma gibi haklara sahipler. Polis iktidarın bir aracı olarak günden güne yasalarla güç kazanmakta, toplum üzerinde bunları eyleme geçirmektedir.
Bugün durumu üniversite mezunu polisler, eğitimli polisler, gibi söylemlerle kurtarma çabaları var, fakat daha on beş yaşındaki bir çocuğun polis kurşunuyla öldürülmesinin sorumluluğunu kimse üzerine alamıyor. Polis işkencesine maruz kalarak ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor. İstanbul Emniyet Müdürü polis işkencesi olmadığını söylediği gün, polis kameraları işkence görüntülerini ortaya çıkarıyor. Adaletten sorumlu devlet bakanı işkence için özür dilemek zorunda kalıyor. İktidar kendi gözetleme araçlarıyla gözetlenir hale geliyor. Burada şöyle bir soru sorulabilir; bu durum da iktidar için bir disiplin söz konusu mudur?
Disiplin yaratıcısı iktidar, kendi eylemlerinde tutarsız ve disipline aykırı davrandığı zaman bunun tekrarının olmayacağının garantisini kesinlikle veremiyor. Eğer iktidar dediğimiz şey bir kişi iktidarı olsaydı, sorumuzu olumlayabilirdik. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, iktidar sahibi olan kişi veya kişilerin iktidardan uzaklaşmaları, iktidarın işlerliğini değiştirmeyecektir. İktidar o sarsılamaz boyutuyla varlığını aynı şiddetiyle devam ettirmeye devam edecektir. İktidar kendisini disipline etmek yerine, kendisini disipline edecek olan kurumları disipline etmeye çalışır.
İktidar bütün bir sistemin işleyişini belirten kendini yenileyerek güçlenen bir mekanizmayı ifade ediyor. Varlığını ulaşabildiği en ücra köşeler dahil bir “Disiplin” sayesinde sürdürüyor. Disiplin nüfusun artmasıyla kullanılabilirlik açısından daha da önemli hale geliyor. Disiplin sayesinde sağlanan nüfus kontrolü, ekonomik bir boyut da kazanıyor. Foucault bunu Hapisanenin Doğuşu'nda daha net bir biçimde açıklamış; “ İnsan birikimi ve sermaye birikimi gibi iki süreç, fiili durumda birbirinden ayrılmaz niteliktedir; eğer hem insanları besleyecek hem de onlardan yararlanacak bir üretim aygıtının gelişmesi olmasaydı, insanların birikimi sorununu çözmek mümkün olamazdı. (...) Disiplinin, bedeni gücün en düşük maliyetle “siyasal güç” olarak küçültüldüğü ve yararlı güç olarak maksimuma çıkartıldığı üniter teknik süreç olduğunu bildirelim”[4]Burada iktidarın topluma, sizin düşünmenize gerek yok, siz sadece dediklerimizi yapın, dediğini fark etmeliyiz.
Her mahallede bir polis uygulaması, eskiden bizden olmayan polisleri “bizden biri” haline getirecek ve bu sayede toplumsal disiplin halk-polis işbirliğiyle demokrasi yoluyla sağlanmış olacak. İnsanlar polisin varlığından emin bir şekilde işlerine güçlerine gidecekler, çalışma alanlarında işlerini daha güvenli bir şekilde yapacaklar. Üretim de bir refah oluşacak, toplumda suç işlemeye yatkın kişiler her an polis tarafından gözetlendikleri düşüncesiyle suçtan uzaklaşacaklar. Böylece ne suç ne de suçlu olacak. Biz de polis kurşunuyla, tekmesiyle ölen, yaralanan, komaya giren insanlardan birisi olmak içi sıramızı bekleyeceğiz.

Kaynakça
(1) Foucault, Michel (2006) Hapishanenin Doğuşu, İstanbul: İmge Kitabevi
(2)
http://www.asayis.pol.tr


Dip Not
1 Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, sf. 289, İmge Kitabevi, Ekim 2006
2 M.Foucault, Hapishanenin Doğuşu, sf. 299, İmge Kitabevi, Ekim 2006
3 a.g.e. sf. 316
4 a.g.e. sf. 324

Yorumlar