Bölüm II: Nefret

Bahar neşhe getireceği yerde, soluk bir zihni daha da belirsiz bir hale getirmekten başka bir şey yapmamaya devam ediyordu. Etin kemiğe tutunması, ruhun bedeni azıcık ittirmesi yaşamaya yetiyordu. Duygular her saniye biraz daha karmaşıklaşıyor ve bir o kadar da değersizleşiyordu. Sadece bir tanesi yüzünü göstermekten çekinmiyor, şeytanın yardakçısı gibi ortaya çıkıp duruyordu. Nefret!

Nefret, bütün tanımlarından sıyrılmış iyi-kötü demeden sirayet etmekteydi zihnin derinliklerine. Zira öyle kuvvetli ki yaptıklarının ve hatta yapmadıklarının bile nefretini taşıyan bir akıl ortalıklarda salınmaktaydı. Yaşamaktan nefret ediyor, ölmek istiyordu. Ölmeyi beceremeyip ölemediği, çünkü bunu bile yapmak istemediği için ölmekten de nefret ediyordu. Yapmak istediklerinden nefret ediyordu, yapamadıklarından nefret ediyordu, yaptıklarından nefret ediyordu. Olduğu şeyden, olamadığı şeyden nefret ediyordu. Birbirini doğuruyordu her biri. Olmak ve olamamak meselesi daha da belirginleşiyordu işte. Ve dedik ya, o duygu, kaybolacak gibi olmayan o duygu sarmalıyordu zihni.

Gereksiz yere ağlayacak duruma geliyor, kirpiklerinden akacak bir damla yaşı son anda durduruyordu. Ağlamasını bile beceremiyordu. Ağlayamıyordu ki gülebilsindi. Gülmek ve ağlamakta değerini yitiriyor kendini daha da duygusuz hale getiriyordu. Tüm duyguların yok olduğu kaybolduğu bir evreni düşlemek bazen onu rahatlatıyordu. Bu bile o kadar kısa sürüyordu ki nefreti katlanarak büyümeye devam ediyordu. Halbuki!

Yorumlar