Not: Uzun süredir buralara uğramadım. Özlemişim. Sıklaştıralım uğramalarımızı.
Guillaume Canet'in yönetmenliğini
yaptığı Kan Bağları (Blood Ties) filminin oyuncu kadrosu fazlasıyla görkemli. Sırf bu
haliyle bile iştah kabartan bir yapım olarak karşımıza çıkan
film, 70'lerde geçen bir aile dramını gerek kostüm ve
mekan seçimleriyle, gerekse de müzikleriyle pastanın
üzerindeki çilek misali süslemiş.
Michel ve Bruno Papet'in
'Deux Freses, Un Flic, Un Trauand' adlı romanından 2008 yılında
uyarlanarak çekilen ve yönetmenliğini Jacques Maillot'un
yaptığı 'Les Liens du Sang' filminin yeniden çekimi olan
Kan Bağları, hikayeyi Fransa'dan ABD'ye taşıyor. Hatırlatalım,
Canet ilk filmin oyuncusu da ayrıca.
Film ilk andan itibaren
sorunlu ağabey-kardeş ilişkisine odaklansa da, yan karakterleri de
olabildiğince açıklama derdinde. Bu durum hikayeye pek
hizmet etmemesi yönünden olumsuz bir etki bırakabilir
izleyen üzerinde. Marion Cotillard, Mila Kunis ve Zoe Saldana
filme güzellikleriyle olduğu kadar, oyunculuklarıyla da değer
katmışlar. Kunis'in karakterinin biraz gereksiz olduğunu düşünsem
de, oyuncu rolünün hakkını vermiş. Baba rolündeki
James Caan'a da diyecek lafımız yok elbette.
Hikaye 1974'ün New
York'unda geçiyor. Chris (Clive Owen) şartlı tahliye ile 12
yıllık mahkumiyetini sona erdirir. Hapishaneden çıkarken
kapıda polis olan kardeşi Frank (Billy Crudup) ve kız kardeşi
Marie (Lili Taylor) beklemektedir. Sıkı bir aksiyonla başlayan
film hapishane bölümüyle Chris'in babası ve ailesiyle
kucaklaşmasına uzanıp, fazlasıyla yavaşlıyor. Biri kız biri
erkek iki çocuğu olan Chris'in eski eşi Monica fahişelik
yaparak geçimini sağlamaktadır. Babası ise ameliyattan yeni
çıkmıştır ve ailesine düşkün bir adamdır.
Filmin ilk bölümü
Chris ve Frank arasındaki dialoglara sahne oluyor. Frank, ağabeyi
için elinden geleni yapar. Chris şartlı tahliyesi gereği
beladan uzak durup, Frank'in bulduğu bir işte çalışmaya
başlar. Güzeller güzeli Natalie ile de burada tanışır
zaten. Chris işinden daha ilk günlerde patronuyla tartışıp
ayrılır. Eski bir dostu olan Mike ile fast-food işine
gireceklerdir. Fakat bunda da başarısız olur. Bir yandan
parasızlık, bir yandan Natalie ile başlayan ilişkisinin bu yüzden
bitmesi derken, Chris'in sakin günleri sona erer.
Chris eski dostlarla bir
araya gelir ve beladan belaya koşar. Bir yandan polis peşindedir.
Frank'in Chris ile beraber yaşaması amirleri tarafından
eleştirilir. O kardeşinin yanında olmak istemektedir. Fakat Chris
onu nihayetinde içinden çıkamayacağı çok zor
bir duruma sokar. Bir yandan da Vanessa ile ilişki içerisinde
olan Frank onun kocası tarafından tehdit altındadır. Vanessa'nın
siyahi olması da departmanda başka türlü bir sorundur.
Döneme ait önemli ayrıntılar olarak bu bölümünde
gayet iyi işlendiğini söylemek isterim fakat elbette üzerinde
fazla durulmamış.
Aile ilişkileri üzerine
yapıcı ve derdini iyi anlatan bir eser olarak Kan Bağları
başarılı bir film. İkinci bölümde artan tansiyonuyla ve
kendi adıma beklenen fakat filmin bütününü
kaplayan atmosfere uygun sonuyla izleyiciyle bağ kurabilen bir film
olmuş. Genel olarak iki erkek kardeşin çocukluklarından
gelen anlaşmazlıklarına, aile olma, baba tarafından
sevilip-sevilmeme ve dostluk üzerine bir hikaye anlatılıyor
filmde. Bir yandan da politik olarak da günümüzde de
hala geçerli yasaları gösteriyor bize. 'Suçlu,
her zaman suçludur' tarzında genel-geçer bir analiz
olsa da, devletin suçluyla amansız mücadelesi, cezasını
çektiğinde bile peşini bırakmaması da anlatının bir
başka boyutunu oluşturuyor.
Dönemin atmosferine
uygun yan hikayeler başarılı bir şekilde filme yedirilmiş. Her
ne kadar filme başarısız diyemeyecek olsam da büyük bir
tatmin veya olmuşluk hissi verdiğini de söyleyemem. Yine de
izleyen açısından, salon çıkışında geriye üzerine
konuşulmaya değer bir haz bırakacaktır.
Yorumlar